Niye Kutsallaştırıyor sunuz? Meslek İşte!

1981 yılından bu yana her yıl 24 Kasım ülkemizde öğretmenler günü olarak kutlanıyor. Kutlamalarda, öğretmenlik mesleğine yeni yeni tanımlamalar getiriliyor. Herkes bir şeyler söylüyor. İsterseniz biz öğretmenin tanımını yaparak başlayalım. Önce, dil konusunda devletin yetkili kurumu Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne bakıyoruz. “Mesleği bilgi öğretmek olan kimse, hoca, muallim, muallime” diyor. Yani bir meslek olarak ele alınıyor bu tanımda ve görevi bilgi öğretmek deniliyor. Milli Eğitim Temel Kanununu 43. maddesinde ise öğretmenlik ; “devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir. Öğretmenler bu görevlerini Türk Milli Eğitiminin amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak ifa etmekle yükümlüdürler” denilerek tanımlanmış.

Öğretmenlikle ilgili resmi ifadelerin ötesinde söylenenlere bakarsak; “Bizi bu güne onlar getirdi” den bir başlar, “Öğretmenler sevgi dağıtır. İçimizi aydınlatır. Bizi doğruya yöneltir. Bilgili kişiler olmamız için çaba gösterir. Dünyayı tanıtır. Gerçekleri anlatır. Analar doğurur öğretmenler yetiştirir…” e kadar devam eder. Hâlbuki gerçek öyle mi? Uzun uzun bunları da yazmaya gerek yok. İletişim araçlarının bu kadar yaygınlaştığı günümüzde, televizyonların, internetin ve sokağın öğrenci veya çocuk üzerindeki etkisini düşünün. Öğretmenin etkisinin yarısından fazlasını artık onlar aldı. Eskiden öğretmenler günü de yoktu ama öğretmenlerin etkisi daha fazlaydı. İçin daha vahim boyutu ise öğretmenliğin kutsal bir meslek olduğu ifadesi. Belki geçmişte öyleydi ama günümüzde öğretmenliği illa niye kutsallaştırıyoruz. Bir şeylerin tartışılmasını ve ortaya konulmasını engellemek için mi? Kutsallık denilince vergilendirilmiş kazanç da kutsal bu kutsalcılara göre. Kaynağı ister meşru olsun ister gayri meşru. İster haklı kazanç olsun ister haksız. Sonuçta vergilendirdin yırttın. Kutlama günlerine gelince zaten söz bitiyor sanki öğretmeni rencide etmek için ihdas edilmiş. Öğretmen şöyle olmalıymış da böyle olmalıymış da falan falan…

Üç yıl önce yazmış olduğum bir köşe yazısında bir mektuba yer vermiştim. Mektubun yayınlandığı internet sitesinde yorumların hemen hemen tamamı öğretmenlerin ki hariç mektubu onaylayan türdendi. Mektubun veriliş tarzı da aslında bu yazıda anlatmak istediğimizi özetliyor. İlkokul mezunu bir mahkûm kendisine selam gönderen öğretmenine yazdığı mektupta sert cümlelerle eleştiriyor öğretmenini. Ancak mektuptaki düzgün Türkçe’ye ve anlam bütünlüğüne dikkat çeken yok. Mektubun başlığı “Cezaevinden Öğretmene Mektup! Suçlusun Öğretmenim”

“Öğretmenim çok suçlusun. Dün selamını aldım Öğretmenim. Eğer hapishanede olmasaydım gelip hem elini öper, hem de bu sözlerini yüzüne söylerdim. Sen çok suçlusun öğretmenim. Bana kızmışsın, eleştirmişsin. “Böyle bir insanın öğretmeni olduğum için utanıyorum” demişsin. Doğru söylemişsin. Benim gibi bir insan yetiştirdiğin için gerçekten çok utanmalısın. Çünkü ben gururlanacak hiçbir güzel şey yapmadım. Aileme, çevreme ve  sevdiklerime zarar verdim, kötü işlere bulaştım. Sonunda da hapse girdim. Ben iyi bir insan, faydalı bir kişi olamadım. Bu doğru. Ben de kendimden memnun değilim. Çevredeki insanlar tarafından dışlanmak, horlanmak ve kötü bir insan olarak görülmek elbette ki, insanı memnun etmez. Ama öğretmenim, benim bu kötü ahlakım ve yanlış davranışlarımın sebebi sensin. Sen çok suçlusun öğretmenim. Beni okutan, beni eğiten ve bana şekil veren sensin. Sana baktım, örnek aldım. Ne verdiysen o oldum. Seninle beş yıl aynı okulu paylaştım, sonra da mezun oldum. Hatırlar mısın maceralarımızı, hatırlar mısın bana yaptıklarını? Gel birlikte hatırlayalım da neden suçlu olduğunu söyleyeyim. Annem yoktu. Evimizdeki ikinci anne de beni istemiyordu. Ailede hiç huzurum ve rahatım yoktu. Her şeyi eksik ve noksan yapıyordum, verdiğin görevleri de bu yüzden yerine getiremiyordum. Benim zor hayat şartlarımı bildiğin halde asla anlayışlı olmadın, hep üzerime gelip, çok ağır, çok ezici ve gururumu kırıcı hesaplar sordun. Beni hem sevgiden, hem okuldan, hem de toplumdan soğuttun. Neler mi yaptın? Annem olmadığı için temiz ve tertipli olamıyordum. Benimle her sabah bu yüzden alay ederdin. Ya kirli ve yırtık pantolonumla, ya kirli ellerim ve uzamış tırnaklarımla, ya da bakımsız yüzüm ve saçlarımla alay ederdin. Nasıl ezilip büzülürdüm, küçülürdüm ve sana içten bilenirdim. Ödevlerimi yapmayınca, elindeki cetvelle vurmadığın ve acıtmadığın yer kalmazdı. Dayanamayıp ağlayınca da “Erkekler ağlamaz” derdin. Bu yüzden, okula gelmek bana işkence olurdu. Zaten huzursuz evden bir an önce kaçmak, kendimi dışarı atmak isterdim. Tek sığınağım okuldu. Okulu da sen bana dar ederdin, senin yüzünden geldiğime pişman olurdum. Bu yüzden bütün insanlara, herkese isyan eder, asi olurdum. Bir gün beni babama şikâyet etmişsin: “Ders çalışmıyor ve çok yaramazlık yapıyor” diye… Babam beni ölesiye dövdü. Babamın o ölesiye dayağına değil, senin şikâyetine içerledim. Ah öğretmenim sen çok suçlusun. Ne olurdu öğretmenim bana bir güler yüz gösterseydin, hal-hatırımı sorsaydın, yanağımı okşayıp, bir sevgi gösterisi yapsaydın ve beni kendine bağlayıp, nasihatler etseydin. Neden bunları benden esirgedin? Hâlbuki sana sığınmayı, senden yardım beklemeyi ne kadar istemiştim? Ah beni bir kez koruyup kollasaydın, belki de o isyan ateşi yanmadan sönecekti. Beni kaç kez sınıftan kovdun, onurumu beş para ettin. Arkadaşlarımın önünde benimle alay edince ve onların da bana gülüşlerini görünce, kaç kez ölmek istemiştim. Kısacası, sen bana iyi bir model olamadın, örnek bir öğretmenlik sunamadın. Benim toplum için zararlı olmama zemin hazırladın. Bir anlamda ektiğin tohumlar, ruhumda isyan meyvelerini verdi. Sonra da hem kendime hem de çevreme zararlı bir insan olup, çıktım. Sen çok suçlusun öğretmenim. Benden o şefkati esirgemeseydin ne olurdu? Bana da bu acıyı yaşatmasaydın? Evet, utan öğretmenim. Benim yaptıklarıma bakarak utan. Bana öğretmen olduğun için utan. Utan da, diğer öğretmenler senin gibi olmasınlar. Sen çok suçlusun öğretmenim. Ama yine de ellerinden öperim. Çünkü ne de olsa sen benim öğretmenimsin.” Cezaevinden Z. Ş.

Öğretmenlerin mesleğini iyi yapmayanları yok mudur tartışmasına girmeye de gerek yok. Elbette her mesleğin kötü icracıları da olacaktır her zaman. Ama olaya yaklaşım bu olunca daha neyi konuşup neyi yazacaksınız? En güzel günleriniz sevdiklerinizle ve dileğinizce olsun. Görüşünceye kadar sağlık ve mutlulukla kalın.