Fazla Söze Gerek Yok

Söz denildi mi aklımıza farklı farklı şeyler gelir. Çoğumuz da söz üzerine söylenmiş olanları düşünüveririz hemen. ‘Söz ola kese başı, söz ola kese savaşı’ gibi. Ya da, ‘tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır’. Her sözün bir amacı vardır aslında. Anlatmak ve paylaşmak. Sözler bazen sıra sıra dizilir şiir olur, bazen de peşi sıra gelir düz yazı olur. Uzun uzun anlatmaya çalışırken cümleler bir konuyu, bazen bir özlü söz ya da atasözü işi bitiriverir. Bir küçük hikâye de özetleyiverir bir zaman anlatmakta zorlanılan duyguları.

Sözlerle iletişim kurarız. Ama bazen de söz iletişim kurmaktan çok uzak olur. İletişimi bitirir. Söylenildiği yer ve zaman çok önemlidir sözün. Bu konuda da ‘fazla söze gerek yok’ dedirtecek, düşündüren iki hikâyeyi arz ediyorum sizlere.

İyi kalpli sağır bir adam, bir gün komşusunun hasta olduğunu öğrenir. Kendi kendine, komşum hastalanmış, onun ziyaretini yapmam, hal ve hatırını sormam lazım. Ama ben sağır bir adamım, o da hasta, sesi çıkmaz. Zaten hastaya malum şeyler sorulur, malum cevaplar alınır. Ben nasılsınız diyeceğim, o iyiyim, teşekkür ederim diyecek. Ne yiyorsun dersem, elbette bir yemek ismi söyleyecek, ben de afiyet olsun derim. Doktorlardan kim geliyor, diye sorarsam, bir doktor adı verecek. Ben de iyi doktordur derim, olur biter diye düşünür.

Hastayı ziyarete gider, başucuna oturur:

-Nasılsınız? diye hal hatır sorar.

Hasta inleyerek:

-Ölüyorum! diye cevap verince, sağır adam:

-Oh oh, çok memnun oldum, diye karşılık verir. Hasta:

-Bu ne demek, adam ölümüne memnun olunur mu? diye kızar.

Sağır tekrar sorar:

-Ne yiyip ne içiyorsun?

Hasta kızgınlıkla:

-Zehir! der.

Sağır onun bir yemek ismi söylediğini sanarak:

-Afiyet olsun ! diye karşılık verir.

Hasta büsbütün çileden çıkmıştır. Sağır adam sormaya devam eder. Tedavi için doktorlardan kim geliyor? Hasta:

-Hadi be defol!… Azrail geliyor! diye cevap verir. Sağır:

-Çok bilgin, tecrübeli bir doktordur. İnşallah yakında bir çaresini bulur. deyince hasta dayanamaz:

-Kahrol! diye bağırır. Sağır ise güzel sözlerle komşuluk hakkını yerine getirdiği için çok memnun ayrılır.

 

* * * * *

Çok eski zamanlarda ülkeye nam salmış bir okul varmış. Bu okuldan mezun olmak çok zormuş. Bu okula bir genç girmiş ve çok başarılı bir öğrenci olmuş. Okulu birincilikle bitirmiş. Hocaları demişler ki; “Sen çok başarılı bir öğrencisin, fakat bizim ilmi siyaset diye bir dersimiz daha var. Bu dersi okumak veya okumamak senin isteğine bağlı.” Öğrenci; “hayır ben okulu bitirdim artık okumak istemiyorum” diye ayrılmış okuldan. O zamanlar araç falan yok giderken karşısına bir köy çıkmış. Köye vardığında köylüler; “Hoş geldin, yabancı” diye köy odası denen bir yerde bir yatak vermişler. Genç gece orda kaldıktan sonra ertesi gün köylülerle birlikte camiye gitmiş camide hoca anlatıyormuş. “Şunu yapmazsanız yanarsınız, bunu yaparsanız eliniz kesilir, bacağınız kesilir!” Bizim genç durur mu, hemen müdahale etmiş. “Hoca efendi senin anlattıkların böyle değil sen yalan konuşuyorsun” demiş. Hoca bakmış köylünün gözünde itibar gidecek. “Ey cemaat, bu genç aramıza nifak sokmak için gelmiş bunun katli vaciptir” diye köylüyü gence karşı kışkırtmış. Bizim genç zor kurtulmuş köylülerin elinden.

Okuluna geri dönmüş. Okulda hocaları genci karşılarında görünce niye geldin diye sormuşlar. Genç; “kalan dersi okumaya geldim.” demiş ve o dersi de okumuş. Bitince tekrar aynı köye gitmiş. Tabii bu süre içinde sakal bırakmış tipini değiştirmiş. Köyde misafir etmişler genci. Ertesi gün köylülerle birlikte yine camiye gitmiş. Bakmış hoca yine aynı hoca, aynı şeylerden konuşuyor. Bu sefer kalkmış ve demiş; “köylüler sizin hoca gibi hoca zor bulunur ben diyorum ki sizin hocanın sakalından bir kıl koparan cennete gider.” Bu laf üzerine köylülerin tamamı hocadan bir kıl koparmak için saldırmışlar ve o izdihamda hoca ezilmiş.

Sözün etkisini anlatan bu iki hikâyeden sonra, ‘söz gümüşse, sükût altındır’ diyerek bitirelim. Haftaya bu köşede buluşuncaya kadar, sağlıcakla kalın!