Kısa Hikayeden Bayramlık Hisse

babaogul

Bir bayramı daha geride bıraktık. Zaman hızla akıp geçiyor. Önünde ne varsa eritiyor, bitiriyor. Mal, can ne varsa tükeniyor. Maddi dünyanın işi de bu zaten. Fani ve bitecek. Bitmeyecek olan ise insan. İnsanın bir görevi var çünkü. Burası geçici bir imtihan dünyası. Her şey sunulmuş. Yapacağı tercihlere göre kendi gideceği yeri kendisi seçme hakkına sahip. Bundan öncekiler geldi, yaşadı ve geçti, gitti. Bundan sonrada bu süreç devam edecek kıyamete kadar. Evet sevgili dostlar, durup düşünmek, kendimizi tepeden tırnağa gözden geçirmek için bir fırsattı on bir ayın sultanı Ramazan. Umarız maksat hasıl olmuştur. Gündelik yaşam koşuşturmacası devam edecek yine kaldığı yerden malum. İşler, umutlar, hırslar, kavgalar, aile, eş, dost hepsi. Bayramda hatırlansa da her daim geçerli aslında bayramın güzellikleri, ziyaretler, barışmalar, saygı ve hürmetler. Hazır bu mana iklimden uzaklaşmadan düşündüren bir hikâyeyi birlikte okumak üzere bu yazıda paylaşıyorum.

Adam evliliğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında eşi bütün bağları kopardı ve ‘Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak’ diyerek rest çekti. Eşini kaybetmeyi göze alamazdı. Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası sevdiği ve kendini seven bir eşi ve bir de çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hala onu ölürcesine seviyordu. Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı. Babasına lazım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can birlikte gelmek için ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.

Kara kışın ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik Can sürekli babasına “Baba nereye gidiyoruz?” diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu. Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı. En son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi. Tipi adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı. Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü. Öyle üzgündü ki Dünya başına göçüyor gibiydi. O bu duygular içindeyken babası yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu. Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi yanaklarını ve ellerini defalarca öptü. Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hâkim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can’ın elini tutup hızla barakayı terk etti.

Arabaya bindiler. Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı neden o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu. Can; “Baba sen yaşlandığında bende seni buraya mı getireceğim” diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında “Beni affet baba” diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış ve çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu ‘Baba beni affet, sana bu muameleyi yaptığım için beni affet’ diye hatasını belli ediyordu. Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu.

“Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın. Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum”.

Haftaya güzel konularla tekrar burada buluşabilmek umuduyla sağlıklı, huzurlu ve mutlu kalın, hoşcakalın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*