İnsanoğlu günün birinde ölümsüzlüğü bulabilir mi? Her geçen gün daha da ilerleyerek insan hayatını, ömrünü uzatan teknoloji (!) bir gün ölümsüzlüğü insana sunabilir mi? İslam akidesine iman eden ve dünya hayatının bir imtihan olduğunun bilincinde olan biz Müslümanlar için bu soruların cevabı çoktan belli iken günümüz insanı için bu durum o kadar da net değil. Öyle ki her geçen gün servetlerini kat be katlayan milyarderler dünyada kalıcı olmanın peşine düşmüş ve ölümsüzlük araştırmalarına büyük yatırımlar yapmış durumdadırlar.
İnsan anlatımı taşıyan “human” kelimesinin aşmak anlamına gelen “trans” kökü ile eklemlenmesi neticesinde oluşan “transhümanizm” kavramı insanın yaşlanma ve ölüme ilişkin tüm engelleri teknoloji yardımıyla aşmasını anlatan bir ifadedir. Küresel çapta gittikçe daha çok talep toplayan bu hareket insanın bu dünyada kalıcılığının sağlanmasına ilişkin yolları araştırmaktadır. İnsanın evrimsel bir varlık olduğunu ve henüz evrimini tamamlamamış bir tür olduğunu savunan transhümanist felsefe, bu evrimin teknoloji yardımıyla tamamlanması ile artık her türlü biyolojik engellerin aşılması sayesinde ölümsüzlüğe ulaşılabilmenin mümkün olduğunu iddia etmektedir.
Öyleyse insan nedir? İnsan bedenden/biyolojik bir makineden mi ibarettir yoksa salt bir bilinç midir? Bu tartışmaya verilen cevaba ve insanın varlığına ilişkin yaklaşıma göre transhümanist araştırmalar iki kola ayrılmaktadır. İnsanın yalnızca biyolojik bir makineden ibaret olduğunu savunan maddeci yaklaşım, insanın önündeki biyolojik engelleri (örneğin; yaşlanma, hastalanma, vb.) teknoloji yardımıyla aşmak için çabalamaktadır. Laboratuvarlarda üretilmiş sentetik (yapay) organlar, klonlanmış (kopyalanmış) hücreler, vb. ile ya da insan bedenlerini nitrojen kapsüllerde yaşatma gibi denemelerle ölümsüzlük arayışlarındadırlar.
İnsanın salt bir bilinçten/zihinden ibaret olduğunu varsayan diğer yaklaşım ise insan zihnini bir bilgisayara yahut dijital bir ortama, bulut teknolojilerine aktarılması ile ölümsüzlüğün mümkün olduğuna inanmaktadırlar. İnsanı oluşturan her türlü fikrin, hatıranın, duygunun insan zihninde saklı olduğunu ve dolayısıyla insanın zihinden ibaret olduğuna inanan bu ekol, insanın ölümlü bir bedenden kurtarılarak zihninin klonlanması gerektiğini savunmakta ve bu doğrultuda çalışmalar yapmaktadır.
Farz edelim ki bu konumlara ulaşılmış olunsun, bu durumda insanın ne kadar insan kaldığı söylenebilir? Her türlü biyolojik bedenden soyutlanmış ve tamamen dijital bir dünyaya hapsedilmiş bir bilince artık insan diyebilir miyiz? Yahut insanın her türlü noksanlıklarının giderildiği, acının ve acizliğin ortadan kaldırıldığı bir dünyada oluşturulan bu kusursuz, mükemmel varlığın ne kadar insan olabileceği sorgulanmalıdır?
İnsanın hem madde hem mana boyutundan oluştuğunu inkâr ederek tek boyuta indirgeyip tek yönde ölümsüzlüğün sağlanması çabaları bu algı nedeniyle daima eksik kalacaktır ve istenilen sona hiçbir zaman ulaşılamayacaktır. Zira ne sadece biyolojik boyuttan ne de sadece zihin/bilinç boyutundan ibarettir. Bununla birlikte, bu arayışların insanın kendisini ilahlaştırma çabasının bir parçası olduğu görülmelidir. Yaratan, yaşatan, hayat veren, öldüren gibi isimlerin yalnızca Rabbine ait olduğunu unutan insan, tüm kusurlarından kurtularak, ilahlık rolüne soyunuyor demektir.
İslam perspektifinden meseleye yaklaşır isek eğer tüm bu çabaların faydasız olduğu söylenebilecektir. Öncelikle Darwinci bakış açısının bir devamı olan transhümanist felsefe, insanın “eşref-i mahlûkat” olarak yaratıldığı akidesini reddederek, insanın evriminin henüz tamamlanmadığı inancını referans almaktadır. Hareket noktası itibari ile İslam’dan bu derece uzak ve dünya hayatının bir imtihan olduğu gerçeğini inkâr eden bu çabanın beyhudeliği aşikârdır. Yine Rabbimizin “(Ey Resulüm!) Senden önce hiçbir beşere ebedilik vermedik; şimdi Sen ölürsen onlar (dünyada) sonsuz mu kalacaklar?” (Enbiya/34) ayeti bize bu hakikati asırlar öncesinden işaret etmektedir.
Ahireti kabul etmeyip dünya hayatındaki ömrünü uzatmak yönündeki bu arayışlar bizlere Kur’an-ı Kerim’imizde bahsedildiği “Andolsun ki, onları, insanların hayata en düşkünü olarak bulacaksın. Onlar, … âhiret hayatını, hesap ve cezayı inkâr eden müşriklerden bile dünya hayatına daha düşkündürler. Onların her biri bin sene ömür sürmeyi arzular. Hâlbuki uzun yaşamak, onları cezadan kurtarıp uzaklaştıracak değildir. Allah onların işlediği amelleri biliyor, görüyor.” (Bakara/96) ayetindeki topluluğu anımsatmaktadır. Yaşamı bu dünyadakinden ibaret sayanlar için ölüm; kaçınılması, yok edilmesi ya da ortadan kaldırılması gereken bir olgudur. Oysaki iman eden kimseler için ölüm, bir son değil, tam aksine ebedi hayatın başladığı bir kapıdır.
Mustafa Özdemir (Genç İstikbal Dergisi)