Efendimiz (sav)’in peygamber olarak gelmesinden itibaren, kıyamete kadar olan ahir zaman döneminin tümü, “kritik zaman”, “kırılma noktası” gibi pek çok anları ve zaman dilimlerini içermektedir. İsrail’in Gazze’yi silip süpürmek için başlattığı katliam süreci de bu zaman dilimlerinden biridir. Zamana, zemine ve şartlara göre değil, ilkelere ve ana hedefe uygun olarak hareket edilmesi gerektiğine inanan biri olarak, böyle zamanlarda temel ilkeleri ve iman hususlarını hatırlamamızın her şeyden önemli olduğunu düşünüyorum.
Kelimeler kavramlara, kavramlar bakış açımıza, o da hayatımıza yön verir. Bu cümleden hareketle, doğrudan olaylar eksenli bir anlatımın ana yaklaşımı olumsuz etkileyeceği düşüncesi ile güncel olaylara kavramsal bir yaklaşım ile teknoloji penceresinden bakış sunmaya çalışacağım.
Kavramsal Bakış
Teknoloji, özünde maddi dünyayı insan amaçları için manipüle etme sürecidir. İyi mi yoksa kötü mü yaptığı, teknolojinin kendisine değil, insanların onunla ne yapmayı seçtiğine bağlıdır. Teknoloji; araç, alet veya herhangi bir hususi bilgiyi gerektiren eşyayı üretme, kullanım, tamir ve geliştirme ilmidir. Teknolojide tekamül sosyolojik, ahlaki vb. tekamülden farklı olup, çoğu zaman “Nasıl daha rahat ederim?” mantığı ile yapılan çalışmaların neticesinde gerçekleşir. Zira pek çok uygarlıkta tembellik mucitliğin anası olarak tanımlanmıştır. Teknoloji ilerledikçe her yeni alet hayatın bir vazgeçilmezi olur. Evin mukaddes bir parçası olan televizyonlar, seccademizden önemli hale gelen akılı telefonlar vb. olmazsa olmazımız olan bu aletler hayatı yönlendiren harcamalar, insani ilişkiler, zaman kullanımı gibi her noktada bizi etkileyen ana unsurlar olmaktadır.
Bugün insanlık tarihinde gelecek hakkında bütün zamanlardakinden daha fazla bir belirsizlik vardır. İnsanlık toplu bir yok olmayla karşı karşıya bulunmaktadır. Bu alışılmış ihtimallerden değil, çünkü 6 Ağustos 1945’e kadar insan, birey olarak ölüm beklentisiyle yaşamak zorundaydı. Artık bir yandan konvansiyonel anlamdaki kitle imha silahları, diğer yandan geniş ağlar ve haberleşme teknolojilerine dayanan kitlesel teknolojiler ile artık toplu(m) imha(sın)dan söz etmekteyiz.
Teknoloji eyleme etki bağlamında sadece anlık savaşı (war) değil, tüm mücadeleyi (warfare) şekillendirir. Karşıt güçlerin birbirlerine organize şiddet uygulayıp uygulamamasına bakılmaksızın, askeri profesyonellerin operasyonlar dediği şeyi gerektirir. Şunu sanırım artık herkes kabul etmektedir ki günümüzde teknoloji mücadeleyi tanımlar, yönetir veya sınırlar. Mücadele için sahneyi hazırlar. Mücadelenin en önemli aracıdır. Teknolojinin mücadele üzerindeki etkisini tanımlayan en önemli boyutu, mücadeleyi değiştirdiği gerçeğidir. Teknoloji, tarih boyunca askeri yeniliğin birincil kaynağı olmuştur. Savaştaki değişiklikleri diğer tüm faktörlerden daha fazla yönlendirir. “Savaş ilkeleri” olarak adlandırılan şey, tarih boyunca tüm başarılı komutanların deneyim bankalarında taşıdıkları ortak bilgidir: istihbarat, sürpriz, manevra, komuta ve kontrol, kuvvet konsantrasyonu, komuta birliği, arazi vb. Düşünün ki bu kavramlar insanlık tarihi ile yani savaş tarihi ile yaşıttır. Tarihin en büyük komutanlarını getirseniz size bu konuda farklı şeyler söylemeyecektir. Bilmeyecekleri ve kolayca özümseyemeyecekleri tek şey modern komuta aracı olan savaş teknolojisidir. Uçaklar, füzeler, insansız hava araçları, uydular, bilgisayarlar, GPS ve modern yüksek teknolojili savaş alanının geri kalan tüm ihtişamı onlar için anlaşılmaz olurdu. Operasyon kadrolarından bir uzman er bu kaynakları büyük komutanlardan herhangi birinden daha eksiksiz ve etkili bir şekilde kullanabilir. Nebukadnezzar, Sun Tzu, Büyük İskender, Yavuz Sultan Selim bugünkü modern savaş alanında yetersiz kalırlardı.
İnsanlığın iki savaş alanında (gerilla savaşı kavramının nerede ise olmadığı) denizde ve havada, hatta belki de geleceğin savaş alanı olan uzayda bu nokta daha da belirgindir.
Savaşı değiştiren sadece silahların evrimi değildir, aynı zamanda silahların dağılımıdır. Daha politik ifade ile güç dengesidir. Tarih boyunca, devletler genellikle birbirleriyle silah simetrisi içinde savaşmışlardır. Hatta büyük devletlerin saldırıları bile bu bağlamda olmuştur. Örneğin, Birinci Körfez Savaşı’nda Saddam Hüseyin, geleneksel, endüstriyel, mekanize bir Amerikan ordusunu geleneksel, endüstriyel, mekanize bir Irak ordusuyla yenmeye çalıştı. Amerikan teknolojisinin niteliği ve niceliği galip geldi. Ancak İkinci Körfez Savaşı’nda yüksek teknolojili Amerikan cephaneliğine, düşük teknolojili suikast, sabotaj ve gerilla araçlarıyla karşı koyarak asimetrik savaşa başvuruldu. Ancak ABD’nin teknolojisini ve toplumu sindirme stratejini keskinleştirmesi ve elbette eğitim, moral, sayılar, irade ve (özellikle Şiilerin tavrı) politika da Irak’taki sonuca katkıda bulundu.
Sürekli Değişkenlik
Savaş araçları insanlık tarihi boyunca yavaş evrimleşmiştir, ancak modern dünyada askeri teknolojiyi sürekli ve sistematik olarak yenilemek için kurumsallaşmış ve rasyonalize edilmiş bir mekanizma haline evrilmiştir. Modern askeri teknoloji tür olarak değil, derece olarak farklıdır. II. Dünya Savaşı, savaşın sonunda kullanılan silahların başlangıçta kullanılanlardan önemli ölçüde farklı olduğu tarihteki ilk savaştı. Atom bombası bunun en belirgin örneğidir, ayrıca 1939 ile 1945 arasında tanıtılan askeri teknolojiler listesinde jet uçakları, güdümlü füzeler, mikrodalga radarı gibi birkaçını daha saymak mümkündür. Özellikle ABD’de, askeri kuruluş araştırma ve geliştirmeyi kurumsallaştırmaya başladı ve endüstriden Amerikan silahlı kuvvetlerini potansiyel düşmanlarından bir nesil önde tutacak bir tür planlı eskitme benimsedi. Başkan Eisenhower’ın veda konuşmasında “askeri-endüstriyel kompleks” olarak adlandırdığı, belirli bir düşmana karşı değil, statükoya karşı sürekli bir silahlanma yarışı başlatıldı.
İletişim ve Uydu Teknolojileri
Füze ve uçuş sistemleri, üzerinde bir asırdan fazla zamandır çalışılan ve teknolojisine hâkim olan kim ise onun dünyaya hâkim olduğu, dünyayı yönlendirdiği teknoloji alanlarıdır. Burada mevzunun daha net anlaşılabilmesi için şu hususa da dikkatinizi çekmek istiyorum; söz konusu ülke güvenliği olunca kullanılan her şeyde, dışa bağımlılığın ortadan kaldırılması, güvenliğin her yönüyle sağlanmış olması gerekmektedir. Oysaki kullandığımız teknolojilerde çoğunlukla dışa bağımlıyız. Daha evvel kullandıkları her türlü parçasında tam anlamıyla hâkim oldukları kontrolleri dışında bir manevra alanı bırakmadıkları sistemleri bizim gibi üretici olamayan ülkelere satmaktadırlar. Bu bağımlılığın farklı bir boyutunu sizlerle paylaşmak istiyorum, o da silah üreticileri ile bunlarda kullanılan teknolojileri üreten firmalar arasındaki ilişkiler. Bugün en büyük savaş uçağı ve füze üreticileri olarak zikredilen; Lockheed Aeronautical Systems, Northrop Grumman, Boeing Military Airplanes, General Electric Aircraft Engine Group, Hughes Training, Link Division, McDonnell Douglas, Lockheed Martin Corp., Rockwell International, North American Aircraft, Fairchild Republic, British Aerospace gibi firmalar ya kendileri haberleşme teknolojilerini üretmekte ya da üreten firmalardan en az biri ile organik bağları bulunmaktadır ki bu firmalar bizim de tabi olduğumuz söz konusu haberleşme sistemleri konusunda “uluslararası standartları” belirleyen firmalardır.
Teknolojik gelişim, teknolojinin kullanımı çok fazla detayı olan ve insanlığın ortak bilgisi ile yapılan çalışmanın üzerine özel bilgi gerektiren süreçlerdir. Bu konuda bir parantez kabilinden, daha önce ATAK T-129 yerli helikopter ile ilgili yazdığım notları bu vesileyle konuyu örneklemek bağlamında buraya aldım:
Piyasadaki helikopterler, genellikle, üretici firmanın her türlü iletişim sistemini “uluslararası standart” çerçevesinde ürettiği ekipmanları kullanan araçlardır. Dolayısıyla bir helikopter üzerinde hakimiyet kurmak isteyen herhangi birinin, zaten standart olan, yani her türlü parçasını piyasadan temin edebileceğiniz veya nasıl yapıldığı bilgisini internetten bile rahatlıkla öğrenebileceğiniz ilgili ekipmana ulaşması yeterlidir. Nitekim İsrail’de bile, temel mühendislik bilgisi ile teknolojinin geldiği noktayı birleştiren ve ilgili ekipman bilgilerine ulaşan Filistinli gerillalar -ki kimse onlara bir şey satmak istemez ve onların bu sistemleri bulması çok zordur- tarafından İsrail’in en iyi askerlerini taşıyan helikopterler çarpıştırılarak düşüldü. Tıpkı daha evvel PKK ile ilgili iddia edildiği gibi…
Bir askeri helikopteri oluşturan ana unsurlar: uçuş-hareket sistemleri, silah sistemleri, füze sistemleri ve haberleşme sistemleridir. Pek tabii pervanesi, koltuğu da önemlidir ama milli demek için önce ana bileşenlere bakılır.
Övünerek ifade ettiğimiz “6400 parçadan müteşekkil helikopterin 6200 parçası yerli” ifadesinde dışarda kalan 200 parçanın yukarıda ifade ettiğim hususlar olduğu unutulmamalıdır.
Motor: T-129 helikopteri çift LHTEC CTS800-4 motoru. Rolls-Royce ve Honeywell ortaklığı olan LHTEC firmasının hafif platformlar için geliştirdiği CTS800 sınıfı. Bu motor dünyanın değişik askeri hava platformlarında kullanılmaktadır.
Nişangah: Thales yapımı kaska monteli nişangâh sistemi,
Tanksavar sistemi: Hellfire II / SpikeER tanksavar füzeleri,
Liste uzuyor…
Hemen bir not olarak ifade edeyim, bu örneği, ülkemizde yapılanları küçümsemek için vermedim. Asla! Yapılanı küçümsemiyorum, yapılan çok çok büyük bir iştir ve buradan başlamak lazım, yol doğrudur ama daha işin başındayız ve alınacak çok yol var, yaptık deyip rehavete kapılmak en hafif tabirle saflıktır.
Başarının üzerine bina edildiği gerçeklik, modern dünyadaki teknolojik değişimin ivmelenen hızından ve nanoteknolojiden modern uçak gemisi gibi yüzen şehirlere kadar boyutsal bir ölçekte enerji ve malzemeler üzerinde benzeri görülmemiş bir ustalıktan kaynaklanıyor. Yanılsama ise savaşı maddi olmayan terimlerle düşünme konusundaki giderek artan yetersizliğimizden kaynaklanıyor.
Bu örnekte de görüldüğü gibi, teknolojik süreçler tek boyutlu değil, çok boyutlu, çok bileşenlidir ve bir kesimin, bir topluluğun veya devletin sahiplenemeyeceği, kısıtlayamayacağı şekilde insanlığın ortak bilgisi olup, bunun üzerine herkes özel bilgisini, ürettiği bilgiyi (know-how’ı) katarak farkındalık oluşturur. İşte tam bu noktada, bu özel bilginin ne olduğu, hangi amaçlara atfen kullanıldığı her şeyi değiştirmektedir. Haberleşme yapısını, iletişim sistemlerinin mantığını doğru bir şekilde anlayan herhangi biri tarafından her türlü saldırıya maruz kalabilecek bu sistemlerde istenen düzeyde güvenlik sağlanması ancak milli bir yapılanmanın oluşturulması ile mümkündür. Çip üretimi ile başlaması gereken, devamında tamamen yerli uydu ve haberleşme sistemleri ile oluşturulan bir altyapı kurmamız gerekmektedir.
Sosyal Mühendislik
Hayatımızı şekillendiren olgular günlük ve hatta anlık olaylardır ki imtihan dediğimiz şey de bu olaylar karşısında irademiz ile sergilediğimiz eylem/söylem/tavır yani tümüyle yaşayışımızdır. Bunu doğru bir değer zincirine dayandırdıysak kazanan, yanlış zincire bağladıysak kaybeden olmaktayız. Bizler kutsal olanı, meşru ve daha önemlisi hak olanı, inancımıza uygun olan, temel insani değerler ile örtüşeni ilk sıraya koyarız. Bu bizim bilgimizi şekillendirir. İlahi buyruklar ve evrensel doğrular üzerine bina edilen bilgi değerlerimizi, ilkelerimizi ve prensiplerimizi belirler ki bu da hukuk sistemimizi şekillendirir. Tüm mülkü (melikiyeti) adalet üzerine tesis eden hukuk, siyaseti şekillendirir ve ancak o siyaset bize adil ve hakperest bir ekonomik sistem kurabilir. Ama bu zinciri tersten kurarsanız, yani faize dayalı, ekonomik sisteminiz siyasetinizi, çıkarınızı esas alan bu siyaset hukuku ve yozlaşmış hukuk sistemi değerleri oluşturursa, işte o zaman yaşadığınız gibi inanmaya ve tüm hak ölçülerinizi kaybetmeye başlarsınız.
Konvansiyonel medya orta yaş ve üzeri insanlar için hâlâ etkisini sürdürmeye devam etse de özellikle yeni nesil için sosyal medya dediğimiz tamamen teknoloji tabanlı yeni nesil iletişim ağı dünyayı kasıp kavurmaktadır. Yakınsama teknolojileri diye de adlandırılan bu uygulamalar/programlar, arkalarında devasa veri biriktirirler. Bu teknolojilerin, topladıkları ve ürettikleri verileri yöneten araçların sahibi olan fonlar aynı zamanda dünya ekonomisinin %80’lik kısmından fazlasını yönetmektedirler. Pek tabii bunun kayıtlı olanların oranı olduğunu ve kayıtsız olan kısmı da aslında aynı yapıların yönettiklerini hatırlamak gerekir. Aynı yapılar madencilik, enerji, askeri ve sağlık gibi temel alanların tümünde de dominant yapılardır. Mesela dünyada tüm ülkelere resmi yollarla silah satan bu yapılar aynı zamanda Arap Baharı, DAİŞ ve Ukrayna-Rusya savaşında gördüğümüz gibi taşeron birlikleri de yönetmektedirler. Sosyal ve klasik medya ağları ile bize neye inanacağımızı, neyi seveceğimizi, neyi sorgulayamayacağımızı, neyi satın almamız gerektiğini vb. tüm hayatımıza dair hususları farkında olarak veya olmayarak yaptıran bir sistem oluşturulmuş durumdadır. İnsanları hayatın gerçekliğinden koparmak, narsisizm ve bencillik gibi aile ve toplum bağlarını zayıflatan olumsuz yanları beslemesi gibi pek çok zararlı etkileri de değerlendirildiğinde yapılmak istenen toplumsal kontrol daha iyi anlaşılmaktadır.
Üretmeyi bırakıp, kopyala-yapıştır mühendisliğine dönen ve ChatGPT, Gemini gibi yapay zekâ araçlarının da kullanımı artınca üretilen tüm çıktılar aynı gelmeye başlar. Bu teknolojileri üretenlerin sadece veriden sonuç veya tahmin etmeleri değil, aynı zamanda eğilimleri, düşünceleri ve davranışları etkilemeleri de daha kolay hale geliyor. Bu yapıları kendi verilerimiz ile beslememiz ve istediğini elde etmesini sağlamamız da cabası.
Müslümanca Bakış
Kur’an bize, riskli olan, sorunlu olan alanlardan tümü ile uzak durmamızı öğütler. İnsan nefsinin doğal temayülünün olduğu bu alanlara “yaklaşmayın” der. İnsan bilincinin ve fıtratının (zalim, cahil, aceleci ve nankör) yani bilinçaltının savaşında, temayülün bilinçaltına doğru olacağını ortaya koyar ve kazanamayacağınız savaşa girmeyin der. Bu nazarla bakınca zaman algımızı yok eden, kontrol ve denetimini yapmamızın nerede ise imkânsız olduğu sosyal mecralardan uzak durmanın en doğrusu olduğu açıktır. Bu şu demek değildir; bu türden teknolojileri hayra doğruya (birilerine cevap vermek için değil, tıpkı nebevi metot ile olduğu üzere sadece kendi mesajımızı aktarmak için) matuf olarak kullanmayalım. Hayır teknolojinin tanımında bir alet olduğu vurgusunu özellikle yaptım. Burada kasıt, oynadığımız sahanın bizim olmadığı gerçeğini kabullenmemiz, kuralını koymadığımız bir oyunda oynamamamız gerektiği, kullanmamız gerektiğinde sadece ve sadece kendi kurallarımızla kullanmamız gerektiği ve belki de en önemlisi kendi değerlerimize uygun olarak sahamızı inşa etmemiz gerekliliğidir. Bunun ilk adımının bir yaklaşım değişimi, yani taklitçilikten özgün iş yapmaya geçiş olması gerektiğine inanmaktayım. Teknik işler anlamında nasıl bir sıra izlenmesi gerektiği tartışılabilir ama asıl olanın irade ve samimi bir kararlılık olduğunu kabul etmeliyiz.
Öte yandan, savaş ayetleri bağlamında olaya baktığımızda, “teknolojik determinizm” kavramının tamamının bir aldatmaca olduğu sonucuna varırız. İnsanlar kendilerini çevreleyen tarihsel güçlere her zaman direnebilirler. Determinizme inanmak kaçınılmazlığa inanmaktır. Bu da şu soruyu akla getiriyor: “Neden?” Hangi tarihsel güç veya yasa olayları kaçınılmaz bir sonuca iter? Geriye dönüp bakıldığında, olaylar önceden belirlenmiş veya kaçınılmaz görünebilir, devasa komplo teorileri oluşturup, düşmanın büyüklüğünü ve yenilmezliğini anlatabiliriz, ancak insan faaliyetinde hiçbir şey kesin olarak tahmin edilemez. Hiçbir güç mutlak değildir, yalnızca ilahi irade belirleyicidir ve O istediğinde nice küçük unsurlar nice büyük unsurları alt edebilir.
Silah-silahlanma penceresinden bakınca bize asli unsurlara, tabii ve doğal olan sarılmamızı öğütleyen ayetlere dikkatinizi çekmek istiyorum. Kur’an’da 20 sûrede 100’ün üzerindeki ayette (çoğu diğerinin devamı şeklinde) cihad, mücahede ve mücadele ayetleri bulunmaktadır. Bunlarda silah kavramı ile ilgili tek ayet Enfal Sûresi’nin 60. ayetidir:
“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.”
Ayette hazırlık ifadesi ile beraber geçen (tüm teknolojik gelişmeler ve silahlar dururken sadece ve sadece) “savaş atları yetiştirin” ifadesi ve Peygamber’in (sav) ‘atmaktır’ diye tanımladığı ‘kuvvet’ ifadesi üzerinde durulması gereken kilit kavramlardır.
Bu ayeti müfessirler “Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın ayetini okudu ve bilesiniz ki, kuvvet atıştır, kuvvet atıştır, kuvvet atıştır.” (Bz. Taberi, İbn-i Kesir vb.) hadisini esas alarak tefsir ederler. Zira “Kuvvet atmaktır” mealindeki ifadenin üç defa tekrarlandığı hadis rivayeti sahihtir. (Müslim, İmare, 167; Ebu Davud, Cihad, 23; İbn Mace, Cihad, 19)
Hadiste geçen “Kuvvet atmaktır” ifadesini bugün daha iyi anlıyoruz. Hadiste ok atmak veya cirit atmak denmemiş kuvvetli tekrar ile “atmaktır” denmiştir. Günümüzde bunun karşılığı hava gücü ve/veya füze sistemleri olarak da adlandırılabilir. Yarınki gün bu uzay savaşları olacaktır
Üzerinde durulması gereken diğer bir husus da ‘savaş atları’ ifadesidir. Günümüz tarihselci müfessirleri maalesef bunun sembolik olduğunu ve başka manalar ifade ettiğini belirtiyorlar, ki yanlış!
Kur’an’ın hiçbir kelimesi (bu örnekteki atmak kelimesi gibi) anlamsız ve zamansız değildir. Silah araştırmaları sürecinde gördüm ki tüm zamanlarda teknolojiler ve silahlar değişim geçirmiş, ama her daim doğal unsurlar en etkin vasıtalardan olmuştur. Eğitimli atların özellikle zikredilmesi, düşmanlara karşı korku vesilesi olması ve malları ile cihat edenlerle ilgili ayetlerde geçtiği gibi ecrin verileceği ve ziyan edilmeyeceği ifadeleri ile perçinlendiği üzere; somut olarak Allah yolunda feda etmek için beslenen, hazırlanan canlıların müşahhas yansıması olarak zikredilmişlerdir. Yoksa dendiği gibi, “o zaman at idi, şimdi tank vb. kastedilmiştir” değildir!
Tüm savaş, cihad, mücahede vb. ayetler içinde doğrudan Allah ve Resulü’nün (sav) savaş açtığı tek bir konu vardır. O da “faiz”dir. Allah’ın kullarına adil ve yaşanabilir bir dünya kurulması yönündeki tavsiye ve emirlerini, en keskin ifadelerle içeren Bakara Sûresi’nin 278 ve 279. ayetlerinde şöyle buyurur Rabbimiz:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve gerçekten iman etmiş iseniz faizi bırakın. * Bunu yapmazsanız Allah ve Resulü tarafından size bir savaş açıldığını bilin. Eğer tevbe ederseniz, haksızlık etmemek ve haksızlığa uğramamak üzere ana paranız sizindir.”
Sömürüye, emek hırsızlığına, rantiyeye, toplumsal huzurun temel göstergelerinden olan ve diğer alanların yapılanmasını sağlayan ekonomide üçkâğıda ve haksız kazanca açık bir şekilde savaş açılmaktadır. Ki tekrar belirtelim, Allah ve Resülü’nün (sav) savaş açtığı tek konudur faiz. Yine ifade edelim, yukarıda ilgili ayetleri verdiğimiz gibi, mazlumları kurtarmak için yapılan her türlü mücahede görevi dışındakilerin tamamı (izin-limit ilişkisine tabi) istenmeyen savaşlardır.
İslam iktisat uygulamaları hakkında temel kaynak eserlerin hiçbiri tercüme edilmiş durumda değildir. Mevcut kapitalist sistemin dayattığı ve temelde hizmetlerini sömürü üzerine kuran bankacılık, daha doğrusu faiz sistemlerinden birini seçmek zorunda bırakıldığımız bir süreçteyiz.
Yukarıda yakınsama (sosyal medya) teknolojilerini anlatırken arkasındaki yapıya değindik, bir de görünen yüzü var ki o da işin dönen reklam ve ticari faaliyet vechesidir. Etkin olan, etkileyen ve dolayısıyla belirleyici olan, ticaret hayatını ve finansı da yönetmektedir. Özü itibarıyla ekonomik sistem ve teknolojilerinin sahipleri ile savaş teknolojilerinin sahipleri aynı yapılardır. Mesela bankacılık sistemini yöneten 4 ana kanal (Visa, Master, AMEX, JCB) aynı zamanda tüm sanal operasyonların dayandığı yapıları da kontrol etmektedir. Bazen standart adı altında, bazen güvenlik diyerek, bazen yaptırımlar eli ile tüm dünya ekonomisinin; reel para, ticari meta veya sanal paraların kontrol altında tutulmasını sağlamaktadırlar.
Peki tüm bunlar bu kadar açık olarak ortada iken, tüm dünyada bunca zulüm gelip gidip finansal sisteme dayanıyorken, derdi İslam’ı yaşamak olduğunu iddia eden biz Müslümanlar açık bir bataklık olduğu ortada olan bu faiz illetine neden savaş açmaz hatta görmezden geliriz? Bu COVİD-19 ile, -sonrasına dair- daha da çok konuşulmaya başlayan ekonomik sistem değişikliğinde, Müslümanların bir yaklaşım ortaya koyamamış, çözümlerini sunamamış olmaları, bilmediklerinin veya daha acısı mevcut sisteme teslim olduklarının, iman etmemiş olduklarının göstergesidir.
Ez-cümle ve giriş cümlesi ile bağlantılı olarak, deriz ki; ey iman edenler! Geliniz, yeniden ve samimi olarak Kur’an’ın getirdiklerine, Peygamber’in (sav) anlattıklarına iman edelim.
Ruşen Özkan, Milli Gazete, 2024.
Üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken konular. Hem de zaman geçmeden.
“Yanılsama ise savaşı maddi olmayan terimlerle düşünme konusundaki giderek artan yetersizliğimizden kaynaklanıyor.”